13. yüzyıl Anadolu sahası Türk edebiyatının ilk temsilcileri arasında adı geçen Ahmed Fakîh, Hoca Ahmed Fakîh ve Sultan Hoca Fakih adları ile de tanınmıştır. Hakkındaki bilgiler genellikle Mevlevi ve Bektaşi kaynaklarındaki menkîbelere dayanır. Ahmed Fakîh ve ona ait olduğu sanılan Çarh-nâme adlı kaside nazım şeklinde yazılmış manzumenin varlığından ilk haber veren F. Köprülü olmuştur. Bugün, kaynakların yeniden incelenip değerlendirilmesi sonucu Ahmed Fakîh adını taşıyan farklı yüzyıllarda yaşamış değişik kişilerin olduğu ve bunların birbirine karıştırıldığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Ahmed Fakîh, kendisinden 14. yüzyılın mesnevicileri arasında Sula Fakîh ya da Süli Fakîh, Derviş Fakîh'le aynı kişi olabilir.
Horasan'da doğup Konya'ya gelen Ahmed Fakîh, Mevlânâ'nın babası Bahaeddin Veled'in müridlerindendir. Kendisine, Bahaeddin Veled'den fıkıh dersi aldığı için Fakîh denmiştir. Eflâkî'nin, Menâkibü'l-Ârifîn'de anlattığına göre, Ahmed Fakîh, Bahaeddin Veled'in derin tasavvuf bilgisini görünce kendinden geçerek kitaplarını yakmış ve dağa çıkarak Bahaeddin Veled'in ölümüne kadar orada yaşamış; daha sonra Konya'ya dönmüştür. Ahmed Fakîh'le ilgili olarak kaynakların verdikleri bilgiler arasında, onun hac görevini yerine getirmek için Hicaz'a gittiği hac dönüşünde ise iki ay Kudüs'te kaldığı da bulunmaktadır. Ahmed Fakîh'in ölüm tarihi Eflâkî tarafından 1221 olarak bildirilir.
Çarh-nâme, 100 beyitlik bir kasidedir. Manzumenin elde bulunan tek yazma nüshası, Eğridirli Hacı Kemal'in Câmî'ü'n-Nezâ'ir adlı nazire mecmuasının içinde bulunmaktadır. Câmî'ü'n-Nezâ'ir'in sonunda bulunan listeye göre 100 beyit olması gereken manzume 83 beyittir. Eserin son 17 beyitinin yer aldığı yapraklar eksiktir. Aruzun mefa'îlün / mefa'îlün / fe'ûlün kalıbında yazılmış olan Çarh-nâme, dini-tasavvufi konuların işlendiği, yüzyılın diğer birçok eserinde görüldüğü gibi dini-ahlâki öğütlerin verildiği didaktik bir manzumedir. Öğretici yanının ön planda gelmesi nedeniyle sanatdeğeri sınırlıdır. Çarh-nâme, kaynakların çoğuna göre eski Anadolu Türkçesinin elde bulunan ilk ürünlerinden biri olarak Türk edebiyatındaki yerini ve önemini korumaktadır. Mevlânâ dönemi mutasavvıf şairlerinden Ahmed Fakîh'in olduğu kabul edilen bir başka eser Kitâbu Evsâfı Mesâcidî'ş -Şerife'dir. Mesnevi biçiminde yazılmış olan eserin içindeki iki parçada ve sonunda yer alan dört manzumede gazel-kaside kafiye düzeni kullanılmıştır. Çarh-nâme ile aynı aruz kalıbında yazılan eserde daha önce sözü edildiği gibi Ahmed Fakîh'in hacdan dönerken gördüğü Şam, Kudüs, Mekke, Medine ile oralardaki kutsal yerler tanıtılmaktadır.
Türkler arasında ilk tarikat kurucusu olarak bilinen ve yaÅŸadığı yüzÂyıldan itibaren halkın üzerinde derin etki bırakan ilk sufi Hoca Ahmed-i Yesevî'dir. Ahmed-i Yesevî, sufi ÅŸair ve tarikat kurucusu sıfatıyla TürkÂler üzerinde yüzyıllarca etkisini sürdürmüş bir kiÅŸidir.
Batı Türkistan'daki Sayram kasabasında 11.yüzyılın ikinci yarısında doÄŸduÄŸu tahmin edilen ve İbrahim adlı bir ÅŸeyhin oÄŸlu olan Ahmed, önce annesini, yedi yaşında da babasını kaybettikten sonra ablası ile birlikte sonradan Türkistan adını alan Yesi'ye gelmiÅŸ ve orada yerleÅŸmiÅŸtir. Yesi'de o tarihlerde, Arslan Baba adındaki Türk ÅŸeyhinin etrafında toplaÂnanların kurduÄŸu bir tasavvuf geleneÄŸi bulunmaktadır. Ahmed, ilk öğreÂnimini Yesi'de yaptıktan sonra dönemin önemli İslâmi merkezlerinden Buhara'ya gelir. Orada ünlü bilgin ve sufi Åžeyh Yusuf Hemedani'ye intisab eden (bir tarikata, ÅŸeyhe biat etmek) Ahmed-i Yesevî, Yusuf Hemedani'nin etkisinde kalarak onunla birlikte birçok yer gezmiÅŸtir. Bu sırada Åžeyh'in teveccühünü kazaÂnan Ahmed-i Yesevî onun üçüncü halifesi olur ve ilk iki halifeden sonra 1160 tarihinde Buhara'da Yusuf Hemedani'nin postuna geçer. Ancak, bir süre sonra tekrar Yesi'ye dönen Ahmed-i Yesevî ölümüne kadar orada kalmış ve ömrünün son yıllarını da tasavvuf yolunda etrafindakileri irÅŸad ederek (Allah yolulunu göstermek) geçirmiÅŸtir.
Ahmed-i Yesevî'nin Yesi'de tasavvufu tanıtıp yayma giriÅŸimlerinin sürdüğü yıllarda, Türkistan yöresi İslâmlaÅŸma yolunda iyiden iyiye ilerÂlemiÅŸ ve tasavvuf hareketlerinin yayıldığı önemli bir yerleÅŸim merkezi görünümü kazanmıştır. Bu uygun koÅŸullar içerisinde, kurduÄŸu Yesevîye tarikatinin görüşlerini yayan Ahmed-i Yesevî, TaÅŸkent ve Siriderya yöreÂsi ile Seyhun'un ötesindeki bozkırlarda yaÅŸayan göçebe Türkler arasında zamanla büyük nüfuz kazanır. Hoca Ahmed-i Yesevî, İslâmi bilimleri, Arapça ve Farsçayı iyi bilmekle birlikte etrafında toplanan müridlerine derviÅŸlik adabını öğretebilmek için onların anlayacakları bir dille manÂzumeler yazarak seslenir. Türk halk edebiyatından alınma dörtlükler, heÂce ölçüsü ve basit bir dille yazılan bu manzumelere, onları aynı biçimsel özellikleri taşıyan sıradan manzumelerden ayırmak için "hikmet" denmiÅŸtir. Ahmed-i Yesevî'nin hikmetlerinin içerisinde toplandığı esere Dîvân-ı Hikmet adı verilmiÅŸtir. Dîvân-ı Hikmet'te yer alan manzumeler dil itibariyle Hakaniye Türkçesi özellikleri gösterirler. Türk halk edebiÂyatının atasözleri bol ürünlerini hatırlatan ve 4+3=7, 4+4+4= 12 duraklı ölçülerle yazılmış olan bu manzumelerde, yarım kafiye ve redif kullanılÂmıştır. Sanat endiÅŸesi güdülmeksizin söylenen, lirizm yanı zayıf olan ve yukarıda da belirtildiÄŸi gibi tasavvuf propogandası yapmak amacıyla orÂtaya konan hikmetlerin, YeseviliÄŸin yayılma alam içerisinde kısa zamanÂda okunur hale geldikleri bilinmektedir. Böylece, İslâm uygarlığı etkisinÂde geliÅŸen Türk edebiyatı içerisinde tasavvufi halk ÅŸiiri ya da daha yaygın kullanılan adıyla tekke ÅŸiirinin ilk örnekleri verilmiÅŸtir.
Hikmetler iki ana öğeden meydana gelmiÅŸlerdir. Bunlardan biri İslâmi, öteki ise milli öğedir. İlki ideolojide, ikincisi ise biçimde belirgindir. Hikmetlerin bu özelliÄŸinden dolayı Dîvân-ı Hikmet'e İslâmiyet öncesi halk edebiyatı geleneÄŸinin tasavvufi çeÅŸni kazanmış biÂçimidir diyebiliriz.
Hikmetlerde işlenen konular: Dîvân-ı Hikmette yer alan hikmetlerin konuları sınırlıdır. Bu manzumeler, Hz. Peygamber'in hayatı ve mucizeleri, İslâm menkıbeleri, dünyadan şikâyet, kıyamet günün yakınlığı, dervişliğin faziletleri… dini konulara yer verirler.
Ahmed-i Yesevî'nin hikmetleri, duygu ve coşku yanı sınırlı didaktik manzumeler olmalarına rağmen taşıdıkları sufiyane ve zahidane düşünceler nedeniyle halk üzerinde çok etkili olmuş ve yüzyıllar boyu bütün Türk illerinde okunmuştur. Elde bulunan Dîvân-ı Hikmet nüshalarının gerek içerisinde bulundurdukları manzumelerin değişik olması, gerekse dil özelliklerinin farklılıklar göstermesi, bunların başka başka kişiler tarafından değişik yerlerde yazılmış olduklarını kanıtlamaktadır. Bazıları kaybolan ya da zamanla değişikliğe uğrayan hikmetlerin derlenmesi sırasında, araya söyleyenleri farklı yeni hikmetlerin girdiği ve böylece orijinal metinden uzaklaşılmış olduğu ortadadır. Ancak, hikmetlerin değişmeyen özelliği, hepsinin özünde Ahmed-i Yesevî'nin inanç ve düşüncelerini bulundurmasıdır.
Yesevî'nin hikmetleri, Selçuklu akınlarıyla birlikte Anadolu'ya gelmiş ve Anadolu'da tekke edebiyatının doğuşunda, dini-tasavvufi ruhun gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Hikmetler, 12. yüzyıl Anadolu'sunda Yunus'u yetiştirecek olan düşünce ortamı ile edebi ortamı hazırlamıştır. Yesevî'nin Orta Asya'da yetişen müridleri, onun yolunu izleyerek tasavvuf ruhunun ve tarikat görüşlerinin yayılmasında şiirden yararlanmışlardır. Ahmed-i Yesevî edebi kişiliğinden çok, düşünceleriyle ve öğretici yanıyla, Orta Asya Türkleri'nin tasavvuf ruhunu kazanmalarında ve bütün Türk dünyasında bir düşünce birliğinin sağlanmasında önemli rol oynamıştır.
Dîvân-ı Hikmet'in yanı sıra Ahmed-i Yesevîye ait olduğu sanılan Fakrname'nin ise ayrı bir eser olmayıp Dîvân-ı Hikmet’in mensur mukaddimesi olabileceği görüşüYesevî ve Dîvân-ı Hikmet üzerinde çalışmalar yapmış olan Prof. Dr. Kemal Eraslan tarafından ileri sürülmektedir. Fakrname'nin, bilinen Dîvân-ı Hikmet yazma nüshalarında bulunmaması, Eraslan da, risalenin Yesevî tarafından değil de hikmetleri daha sonra düzenleyenlerce eklenmiş olduğu görüşünün ağırlık kazanmasına neden olmuştur.